![]() |
Görseller “The Hunger Games: Catching Fire” (2013) filminden alınmıştır. |
İlk filmde anlamamıştım ama dün Hunger Games'in ikincisini izlediğimde her şey yerli yerine oturdu. Beni neyin rahatsız ettiğini de buldum nihayet.
Filmde baskı rejimi ve ekonomik eşitsizlik yüzünden baskılanan çoğunluklar (district'ler ki toplamda 13 tanelermiş), ve bunları zorba bir rejimin baskılama ve hegemonya kurma mekanizmalarıyla yönetilmesi durumu ana omurgayı oluşturan karşıtlık. Filmin tasvir ettiği başkent yönetimiyle, bugünkü eşitsiz kapitalist, Amerikan önderliğinde yürüyen hegemonik sistemle ya da modern devletin baskı mekanizmalarıyla paralellik kurup kurmayacağını beklerken (bazı yerlerde bu benzerliği kuruyor: mesela medya'nın manipülatif gücü); film Başkent'i (yani devrimi yapacak halk kitlelerinin hedef tahtasındaki kötü ve yıkılması gereken gücü, düzeni, yapıyı) bugünkü düzenle değil Roma dönemiyle ve İngiliz İmparatorluğu'nun Victoryen dönemiyle paralel tuttuğunu hissediyorsunuz. Filme de adını veren ve çeşitli district'lerden gelen haraç'ların birbiriyle ölümüne savaştığı açlık oyunları, gladyatör arenasının teknolojik hali. Bu arenaya çıkmadan önceki geçit töreninde chariot'ların (yani roma savaş arabalarının) kullanılması paralellik kurulması istenen döneme yapılan bir diğer gönderme.
Filmin göndermelerini anakronik yapan diğer ufak unsur, yukarıda bahsettiğim Roma İmparatorluğu göndermelerinin yanında, Victorian döneme kostümlerle yapılan diğer bir gönderme. Ve bir anda bakıyorsunuz ki, Başkent modern medya manipülasyonlarını kullanan, Roma'nın sembolik kitlesel etkinliklerini düzenleyen, imparatorluğa benzer bir yönetim. Altında ise 13 district var. Ne ilginçtir ki Amerikan bağımsızlık hareketini başlatan kolonilerin sayısıyla, districtlerin sayısı aynı (bkz: Thirteen Colonies: http://en.wikipedia.org/wiki/Thirteen_Colonies; On Üç Koloni: http://tr.wikipedia.org/wiki/On_%C3%9C%C3%A7_Koloni). İşte tam da filmin güzellediği devrimin amerikan bağımsızlık hareketi olduğunun çerçevelendiği anakronik düzlem bu şekilde.
Asıl bağlantıları yaptıktan sonra, Amerika'nın günceline dair diğer bir gönderemeye de parmak basmak istiyorum. Kabataslak anlatmak gerekirse bugünkü hegemon Amerikan değerleri kendisini İç Savaş'ın kuzey tarafının değerleriyle, yani kölelik karşıtı ve siyahilerin haklarını savunan değerlerle bir tutmak isteğinde. Özellikle siyahilerin asırlardır maruz kaldığı haksızlıkların telafisi için son dönemde girişilen bir özür dileme/pozitif ayrımcılık aurası hakimken, Hunger Games'te Katniss'in ilk şaşalı dostluk gösterisini siyahi kız Rue'ya yöneltmesi (ilk filmde oyun'un ortasında Rue'ya kendisine uygun bir nacizane cenaze merasimi yapma çabası) ve ikinci filmde ilk isyan belirtisinin siyahi bir district'te çıkması, Amerikan rüyasının devrimsel temellerinin nasıl atıldığının anlatıldığı filmde güncel auraya uygun bir yere konumlanıyor. Ve diyor ki, imparatorluğa karşı kolonilerin yürüttüğü mücadele aynı zamanda siyahilerin hakları için yürütülen mücadeledir, bugünkü amerikan liberal demokratik değerleri siyahileri de kucaklamaktadır (her ne kadar tarihsel gerçekler aksini söylüyor olsa da söylemsel olarak iddia edilen bu).
Velhasıl, bugünün adaletsiz ve eşitsiz düzenini ‘arzu edilen’ olarak konumlandıran ve olumlayan bir film beni tatmin etmekten çok uzak. Filmin sanatsal, teknik ya da diğer içeriksel yorumları konusunda değil de bu konuda yazmak istememin sebebi de bu olsa gerek; beni en çok ikirciklendiren yanı. İlk yazımı burada bitiriyor ve yorumlarınızı esirgememenizi rica ediyorum. Ne de olsa tartışmak güzel şeydir.
Not: Stanley Tucci, Caesar Flickerman rolünde muhteşemdi.
Filmlerin künyeleri:
Comments
Post a Comment