Skip to main content

Katarsis ve Eleştirel Sinema

Aristotle’ın Poetica’sında detaylandırdığı ve antik Yunan eserlerinden bugünün Holywood’una, hikaye anlatımında karşımıza çıkan katarsis (κάθαρσις) kavramının temel işlevini şöyle özetleyebiliriz; seyirci hikayenin ana karakteriyle kendi kaderini ortaklaştırır ve bu sayede hikayeyi bitirdiğinde korku ve acıma duygularından arınır. Sinemanın kitlelere etkisi düşünüldüğünde buna politik ve sanatsal eleştiri getirenler, katarsisin seyirciyi aslında toplumsal değişimlerde önemli tetikleyici rolü olan öfkeden de arındırdığı için katarsis-sinema ilişkisine mesafeli yaklaşmışlardır. Ben burada iki cümleyle mevzunun geçmişini vermeye çalışıyorum, daha detaylı bilgi her yerde var artık bu tartışmalarla alakalı. Benim bu tartışmaya getireceğim öneri ise şu; hikaye ile (film için konuşursak) izleyici arasındaki özdeşleşme ve sonrasında korku ve acıma duygularından arınma ilişkisi farklı ve toplumsal değişime katkı sunacak şekilde kurulabilir.

Her ne kadar Aristotle, korku (fear) ve acıma (pity) duygularını alelade seçmemişse ve katarsis analiziyle göbeken bağlıysa da bugünün sinemasal anlatılarında arındığımız duygular bu ikisiyle sınırlı olmadığından ben de katarsis’i değişime pozitif katkı sunacak şekilde kullanmanın bir yolunu önerirken korku ve acıma duygularını analiz etmeyle sınırlandırmayacağım kendimi.  Keza artık kitle iletişim araçları üzerine yazıp çizenler de katarsis’in çalışma prensibini açıklarken sadece korku ve acımayla sınırlandırmıyor kendilerini. Önermeme dönecek olursak, klasik Holywood anlatılarında izlediğimiz kahramanların yolculuğu ve karakterlerin hikaye boyunca değişimi/dönüşümü, filmin sonunda bizi çatışmaların çözüldüğü, çelişkilerin aşılıp yeni bir düzene evrildiği noktaya getirir ve orada kapanışı yapar. Bununla ilgili detaylı bilgiyi de “hero’s journey” diye ararsanız bulursunuz. Bu akıştaki bir film çelişkileri kendi içinde çözüme kavuşturduğu noktada, farklı bir arınma olanağı sunar seyirciye. Bu arınma sadece korku ve acıma, ya da spinozist bir dille konuşursak bunların farklı kombinasyonlarıyla sınırlı değildir. Fotoğrafa, bizim için daha kritik olduğuna inandığım başka duygular da girer. Ekranda anlatılanı kendi hikayemiz gibi izlediğimizde, hikaye boyunca karşılaştığımız çelişkiler filmin içinde çözüldüğünde, ekrandan ayrılıp kendi hayatımıza döndüğümüz zaman ekranda sadece büyümüş ve orada çözülmüş çelişkilerimizi bırakmayız, aynı zamanda aktif özne olma potansiyelimizi de parça parça orada bırakırız. Örnek vermek gerekirse, kahramanımızın bir ailesi var, uzaylılar geliyor ve dünyayı ve sevenlerimizi tehdit ediyor. Kahraman savaşıyor, düşüp kalkıyor falan fistan, ailesini ve dünyayı kurtarıyor. Detaylara girmeyelim, filmin sonunda seyirci olarak bir oh çekip, korkularımızdan kurtuluyoruz çünkü korktuğumuz şey hikayede malup edildi. Artık salondan dışarı çıktığımızda uzaylılarla ilgili endişe duymamıza gerek yok. Şimdi bu örnekte kahramanın düşmanı uzaylılar değil de, bizim gerçek hayatta muzdarip olduğumuz kişiler, durumlar, düşmanlarımız olsa. Misal, işyerindeki patron senin (kahramanın) iş güvenceni (güvencesini) tehdit eder girişimlerde bulunuyor, hayatını idameni (idamesini) tehdit ediyor. Kahraman bu hikayede yukarıda örneklendirdiğim süreci izlerse ne olacağını tahmin ediyoruz. Asıl mesele işte yukarıdaki gibi götürmemek kurmaca bir hikayede. Kahramanı çelişklerinden ve dertlerinden kurtarmak, galip edip kahramanı filmin sonunda yeni düzene kavuşturmak şeklinde ilerlememeli hikaye. Bu bizim işimize yaramaz. Hem onu Hollywood yapıyor zaten. Bizim işimize yarayacak olan, kahramanla beraber seyircinin de çeklişkilerini filmin hikayesi içinde çözmek olmamalı. Katarsis seyirciden bir şeyler alıp götürecekse bu korkuları, öfkesi, dertleri olmamalı. Örnekten yola çıkarkak, kahramanımızın patronla olan savaşında kahramanın dertlerini sanatsal çerçevede tanımlayıp, kahramanın düşmanıyla savaştığı süreçte yaptığı taktiksel ve stratejik yanlışları anlatabildiğimiz ölçüde seyirciyi, salon/film dışında kendi muhtemel çelişkilerinde yine muhtemelen başvuracağı çözümsüz hamleler konusunda bir analiz sunmak bizim amacımız olabilir bir hikaye anlatıcısı olarak.

Varsayımlarımı ve önermemi daha da netleştirmek gerekirse; toplumun bir kesiminin ortaklaşmış çelişkileri hikayeye taşındığında, o çelişkiler hikayede çözümek kavuşturulmaktansa, çelişkilerle mücadele için seçilebilecek muhtemel yenilgiye mahkum aksiyonların, hikaye içerisinde yenilgiye mahkum edilmesi, toplumun o çelişkilerden ve dertlerden muzdarip kesimini zaman kaybından, kötü motivasyondan, çözümsüz çabalardan ve tartışmalardan kurtarabilir. Yani patronuna dil çıkararak meseleyi çözemeyeceğini, hikayede meselesini patronuna dil çıkararak çözmeye çalışan kahramanın yenilgisiyle anlatabiliriz. Bu önermemde diğer bir önkabul, hikaye anlatıcısının bu işe soyunduğu anda kendini bazı konularda söyleyecek sözü olan kişi olarak konumlamasıdır. O yüzden benim yukarıda anlattıklarım, sanki hikaye anlatıcısı mutlak bilen’dir, toplumun çelişkilerine hakim olan doğru analizleri ortaya koyandır gibi algılanabilir. Varsayımım bu değil, varsaydığım hikayeci çelişkilerin çözümü için doğru yolu bilen kişi değil, ama hangi yolun çözüme uzak olduğunu bilendir. Çözüme uzak yollardan da toplumda hitap ettiği kesimin seçmeye meylettiği yolu konusu olarak seçer ve hangi yanlış yolun daha popüler olduğuna kendi gözlemleriyle, deneyimleriyle, hissiyatıyla karar verir ve hikayesini böyle seçer. Başka bir deyişle, çelişkilerin nasıl çözüleceğini hikayeleştiren bir anlatıcı hükümranlığı varken, biraz da özgüvenli davranıp, çelişkilerin hangi yollarla çözülmeyeceğini bilen hikayecilerin varlığını olumlamak zor olmamalı.

Çelişkileri hikaye içinde çözmeyip, kaybetme durumunu ve bunun sebeplerini ortaya koyma çabasındaki bir anlatı, hem yeni tartışma alanları açabilir, hem de seyircinin eserle kuracağı ilişkiyi, hikayenin bitişiyle, salondan çıkma anıyla sınırlamaz ve toplumsal ilişkilere bir değişken olarak girdi yapabilir. Tabi burada sinemanın gücünü abartmamak da lazım, bu ilişkiyi destekleyecek toplumsal formasyonlarda bir eksiklik var ise sinema tek başına bu girdileri yapmakta yetersiz kalacaktır. Aslında bu yazının kendisi de hikaye anlatırken neyi yapmamamız gerektiğini kendince önerirken, yapılacak diğer şeyleri sadece yön olarak belirtip sınırlamamaya çalışmıştır, ki etkileşim alanları daralmasın tam tersine genişlesin. Önermek istediğim de bu tam da; katarsis eleştirel sinemanın en sık karşısına çıkan seyirci-hikaye ilişkisini çerçeveleyen kavram, o yüzden önce onunla hesaplaşmalı ve kendi yolumuzu çizerken, çözüme uzak kritik bir hatadan dönmeliyiz diye düşündüğümden katarsisi işaret ettim. Tabi ki katarsisi kullanış biçimimiz tek hatamız değil, ama bu yolda en önemlilerinden biri.

Comments