Skip to main content

Posts

Dostoyevski, Ecinniler ve Anti-Nihilizm

Dostoyevski’nin Ecinniler isimli romanı (Rusça: Бесы, Besi İngilizce: The Devils, The Demons, The Possessed, Türkçe: Cinler, Ecinniler,) 1871-72 yıllarında “ The Russian Messenger” ( Русскій Вѣстникъ) dergisinde yayımlandığından bu yana oldukça tartışmalı bir roman olagelmiştir. Benim bu romanı okuduktan sonra Dostoyevski’ye ve bu eserine karşı karmaşık ve yer yer birbirine zıt duygu ve düşünceler geliştirmiş olmam bu yazıyı yazmama vesile oldu. Bu zıt duyguların da tohumlarının doğrudan romanın yazılma sürecine içkin olduğunu görmem ayrıca beni şaşırttı. Çünkü bu roman her şeyden önce Dostoyevski’nin kendisinin de ifade ettiği ve aşağıda alıntılayacağım gibi, siyaseten bir şeyler söylemek üzere gerekiyorsa yer yer edebi kıymetten feragat etmek pahasına yazılmış bir eser. Yayımlandığı dönemde “siyasi broşür” olarak nitelenerek ağır eleştirilere ve yer yer aşağılamalara maruz kalan romanın, Sergey Neçayev’in I.I. Ivanov isimli bir öğrenciyi siyasi saiklerle öldürmesine karşı bir...

Buğday mı, Himmet mi?

Buğday ve Semih Kaplanoğlu'nu herkesin bildiğini varsaysam da, klasik bir eleştiri yazısı girişi yaparak geleneklere saygılı bir insan olduğum imajını vermek isterim. Daha önce Süt-Yumurta-Bal üçlemesiyle gönüllere ve festivallere taht kuran sinemamızın duayeni, usta yönetmen Semih Kaplanoğlu'nun yeni filmi Buğday görücüye çıktı. Sinema Destekleme Kurulu'ndan rekor destek almasının yanı sıra, ulusal ve uluslararası pek çok fondan da destek alan proje, galasını da Beştepe'de yaptı. Ne yazık ki bu desteklerin şişkinliği filmin vizyona girdiği salon sayısına yansıyamadı. Bu seviyede maddi ve manevi destek gören bir yönetmen ve projenin dahi dağıtım ve gösterim tekelleri tarafından boğulduğunu gören arthouse sinemacılar kendi hallerine bir kez daha yanıp "Semih Usta'nın filmleri dahi sadece 50 salon bulabiliyorsa biz ölelim o zaman!" diyerek isyan edeyazdılar. Brazil mi? Star Trek mi? Görsel dil, sanat yönetimi ve bütününde yönetmenliğe dair çok şi...

The Square, Performans ve Politika

The Square (Ruben Östlund, 2017) Adını Hak Eden Bir Komedi-Drama Daha önce Turist filmiyle dikkat çeken İsveçli yönetmen Ruben Östlund'un Altın Palmiye ödüllü yeni eseri The Square , siyasi fikrini oldukça başarılı bir estetikle dile getiren harikulade bir film. Bütününe bakıldığında Stokholm'de bir modern sanat müzesi küratörü Christian'ın argo tabiriyle "kolpa" kişiliğini, mizahı ve ciddi sözleri harmanlayarak anlatan filmin en güçlü yanı tam da bu harmanın ideal dozu ve sekanslar arasında birbirini şiddetlendirerek besleyen akışı. Bir sahnede Christian adına utanırken, bir sonrakinde onu anlayıp yaptığı bir hatayı affedebiliyor, daha sonra sadece kendisini savunmak için toplumun işlemeyen yönlerini öne çıkarıp kendi hatasını gölgede bırakan yine kolpa olarak adlandırılabilecek bir davranışını gördüğünüzde ona sinirle ve acıyarak gülebiliyorsunuz. Ya da müzede sergilenen çakıl taşlarından oluşturulmuş bir 'sanat eseri'nin bir kısmının yerle...

Entelektüel despotizmi

Orhan PAMUK (Bu yazı ilk olarak 05.01.2015 tarihinde İleri Haber'de yayımlanmıştır.) Yazarlar: Ercan AKKAYA - Murat YILAN Geçtiğimiz Aralık ayı Boğaziçi Üniversitesi, bünyesinde kurulan Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi ve merkezin açılışına Orhan Pamuk’un konuşmacı olarak davet edilmesi vesilesiyle bir hayli hareketli günler yaşadı. Aslına bakılırsa, Gündüz Vassaf’ın yönetim kurulundan istifa etmesi ve istifanın gerekçelerinin düşündürdükleriyle bir şekilde noktalandığını düşündüğümüz tartışmanın birkaç gün önce diken.com.tr’de yayımlanan bir yazıyı okuduğumuzda henüz kapanmamış olduğunu fark ettik. Haliyle bu konuda birkaç kelam etmemiz gerektiğini düşündük. Yazı “Popülist Sol Nefretin Müphem Nesnesi: Entelektüel”* ismini taşıyor ve Boğaziçi Üniversitesi’nden biri sosyolog, diğeri siyaset bilimci iki akademisyenin imzasını taşıyor. Akademik camiada Türkiye tarihinin ve güncelliğinin analizinde hegemonik bakış açısı olan devlet/toplum ikili...